17 Şubat 2012 Cuma

Bir Rüya Gördüm - 2

Arkasından seslendim

- Hey babalık iyi de sen kimsin ? Bana en azından ismini bağışla ki konuştuklarımızı paylaşırken en azından ismini anmış olayım .


Durdu ve sadece şunu söyledi.

- Giyaseddin Ebu'l Feth Bin İbrahim diye bil sen beni , hem zaten sen beni çok iyi tanıyorsun ki ! ...


Dışarıdan gelen şiddetli rüzgar ve savulan kar taneleri içeriye girerken üzerinde pelerin gibi duran paltosu uçtu ve kapı usulca kapandı , dışarıdan içeriye giren kartaneleri yüzüme vuruyordu . Olduğum yerde kalmışım ve sessizlik .Aradan nekadar zaman geçti bilemiyorum , gecenin derinliklerinden çıkıp gelen bu esrarengiz yaşlı ve bilge görünümlü adam ve ikram ettiği şarap beni şaşkına çevirmişti . Gitmesiyle takılıp kalmışım sanırım . Sobanın sıcaklığı geçmek üzeriydi . Kalktmak istedim ama ayaklarım bana olmaz dediler , kalkamadım , olduğum yere civilenmiş gibiydim . Bu sırada meyhanenin sessizliğini dışarıdan gelen kahkahalar , şarkılar ve küfürlere karışan sesler bozdu ...

Hayırdır , ne oluyor demeye kalmadan kapı açıldı ve içeriye her hallerinden kaşarlanmış ayyaş oldukları belli olan iki yaşlı adam girdi ... Gülüşmeler , küfürlere , küfürler şarkı ve şiirlere karışıyordu. Bu iki ihtiyarın enerjisi soğuk havayı ısıtacak kadar hararetliydi .

Ve bana bakarak " Hey selam genç dostum !" - nekadar genç isem artık - dedi ak saçları ve sakalları birbirine karışmış ; uzun ve yıpranmış ama kalın paltosuna gizlenmiş bedeni , sigaranın dumanının kısmi sararttığı beyaz bıyıkları , gür sakalları ve içkinin katmerlediği gür sesi ile ihtiyarlardan biri ...

- Nasılsın bakalım ? Biraz önce buradan çıkan eski bir dostu gördük , aşağıdaki köprünün altında yaktığımız ateşin başında içerken bize rastladı , burda olduğunu , yalnız olduğunu söyledi ve bizde sana eşlik etmeye geldik.


- Hoş geldiniz , sefalar getirdiniz de ...

Sözümü kesti .


- Bir rakı ikram edersin artık sanırım bana değil mi?
- Tabii de ...


O sırada, tam anlayamadığım bir melodi mırıldanan aşağı yukarı diğer arkadaşı gibi yetmişli yaşlarda , üzerinde kalın eskimiş kaşe bir ceket giymiş , başında örme bir şapka olan , sol bileğinde gösterişli ve eski bir model olduğu her halinden belli olan bir saat bulunan , hafif uzamış kır beyaz kirli sakalları ve belliki kavgalardan kalma derin izlerle dolu yüz hatları ve kırışıklıkları olan diğer adam da ;

- Eh sanırım bana da ikram edecek bir bira ve sek bir viskin vardır ha dostum ?
- Şey ...Tabii de , hani , yani , mekan benim değil , ben burada içerken ... Ak sakallı tok sesli babalık sözümü kesti.
- Herşeyi biliyoruz evlat , sen hiç merak etme , rahat ol , tedirgin de olma , burası senin ve sen her istediğini yapabilirsiz , özgürsün ve serbestsin , istersen bizi kovabilirsin bile ...

Derin bakışlı yüz hatlarına muzip bir gülümseme beliren , gözüme sevimli ve hatta çok tanıdık görünmeye başlayan bu iki adamdan diğeri devam etti.

- Hatta istersen şu an bizi yok edebilirsin !

Şaşırmıştım !


- Nasıl yani , kovmak , yoketmek ... Böyle birşey olmaz tabi de ...
Sakallarını sıvazlayarak,
- Haydi sen bizim içkileri kapta gel , şu sobaya da birkaç odun at , donduk sokak köşelerinde , birde şu müzik kutusundan da birşeyler çal bizim için , haa bize sorma sen zaten bilirsin neden hoşlandığımızı ...


Kendi kendime şaşkın şaşkın şöyleniyordum , derin muhabbete dalmış muzip ve feleğin cemberinden geçmiş bu iki ihtiyar beni duymuyordu tabii ki .

Ne oluyor ya ! Nedir bu , biraz önce yerinden kaldıramadığım külçe kadar ağır gelen ayaklarım şimdi kendimi kuş gibi hafif hissettirerek taşıyorlar beni meyhanenin içinde. Bu arada ortamdaki herşeyin yerini biliyorum , rakıyı , birayı ve viskiyi doldurdum bile farkında olmadan , sobaya odunları da attım . Yıllara meydan okuyan müzik kutusuna da cebimden çıkardığım bir tekliği attım ve müzik bile çalmaya başladı , oysaki bu alet bir süs eşyası değilmiydi ! öyle köşede atılmış duran ...”

İçeriyi melankolik bir trompet sesi kapladı , Chet Baker'ın Alone Together’ı çalıyordu , sanki o da burada yanımızda gibiydi ...


Bir süre durdum ve geceyi dinledim , olup biteni , başımdan geçenleri . O anda bir fısıltı işittir gibi oldum , ürperdim , bir ses bana sanki “ Hey dostum , takılma geç , yaşam biz onu planlarken başımızdan gelip geçenlerdir . Bak şu şahane adamlar halen senden içkilerini bekliyorlar “ dedi .


Döndüm loş meyhanenin içine baktım kimse yoktu . Kendi kendime " Kesin kafayı yiyiyorsun oğlum , baksana gaipten sesler duymaya bile başladın . Ne oluyor lan böyle ! " diye geçirdim .

Bizim ihtiyarla hararetli hararetli konuşuyorlardı .Ak sakallı olanının konuştuklarını duyabiliyordum kısmen .

- ... asıl eksiklik, eksik olduğumuzu düşünmekti. Asıl eksiklik, çareyi başkasında aramaktı. Hayatın matematiği farklı; iki yarımı toplayınca bir etmiyor. İnsan tek başına mutsuzsa başka biriyle de mutlu olamıyor.


Elinden yanan sigarasından derin bir nefes çeken diğeri yanıtladı onu


- Siktiret dostum zaten sevmeyi falan değil, yalnızlığı öğrenceksin , çünkü en çok ona ihtiyacın oluyor ve olacak ...

Doğru diyorlar diye düşündüm içkileri masaya koyarken.




O sırada camın perdesini araladı ihtiyarlar , dışarıya aralıksız yağan kara uzun uzun baktılar . Bir süre sonra yine bana döndüler ...



Devam edecek

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder