Geçenlerde 25 -30 yıllık fotoğraflar yüklemişti çocukluk arkadaşlarımdan birisi sosyal bir paylaşım sayfasına . Orada ki siyah beyaz ilkokul fotoğraflarından birinde bir çocukluk arkadaşım " rahmetli " diye etiketlenmişti . Önce bunu idrak etmekte zorlandım . Sonra hemen köyde yaşayan bir başka çocukluk arkadaşımı aradım , telefonda ki yanıt " evet doğru , kaybettik, hem de bir yıl ..." oldu . Yani arkadaşımın 41 yaşında hayata tarifi kötü bir kanser nedeniyle bir anda veda etmiş olduğunu öğrendim . Sporcu , sağlıklı ve de sanırım düzenli bir aile hayatı olan bir arkadaşımızdı . Açıkçası kendisiyle uzun yıllardır görüşmemiştim , çok çok samimi değildik, sık sık görüşmezdik belki ama çocukluk anılarımız ve yaşam paydamız ilk okul ve gençlik yıllarımızın ortak anılarında birleşiyordu. Aklım bir anda o yıllara uçtu gitti anılara , yaşanmışlıklara , gözümün önünde uçuşan , dans eden görüntülere . Dün gibi geldi 25 yıl önceki o sabahın köründe köyün karanlık meydanından kalkan köy minibüslerinin öğrenci servisi halleri . Hepimiz heyecanlarımız ve umutlarımızla köyün o karanlık şafağında aydınlık yarınları umut ederek binerdik ve giderdik Bandırma'ya okula ... Lise sonrası hepimiz biryerlere dağıldık . Sonrasında ancak bayram ya da yaz tatilleri bizi o da denk gelirse yüzyüze getirir oldu köyümüzde , kısa buluşmalarda hal hatır sorma ve eski günleri yad etme şansını nadiren bulabildik .
Sonra birden şok bir fotoğraftaki şok bir bilgi ve gerçekten tarifsiz bir hüzün ve tarifsiz bir acı kapladı içimi ...
Bir metafora ihtiyaç duydum bunu bana açıklayabilmesi için ! Kendime bunu açıklamakta pek başarılı olabildiğimi söyleyemeyeceğim.
Hiç kabul etmediğim ve hep direndiğim birşeydir ihtiyarlamak . Ama fiziki olarak doğanın kanunlarına ve dengesine direnmekten , zamana başkadırmaktan ya da onu durdurmak istemek gibi saçmalıklardan bahsetmiyorum . Ruhen ve hissiyat olarak hep direnmekten ve teslim olmamaktan ; yılmamaktan dem vuruyorum ben, hem kendime hemde haykırdığım dış dünyaya .
Biz bir avuç adam olarak hep çocukluğumuzun adı "AYLAKLAR" olan o muhteşem ekibimizi ve ruhunu yaşatmak istiyoruz biraraya geldiğimizde . Her daim o çocuklar olarak , hepimiz artık çocuk sahibi birer baba olarak hatta...
Bunu başarabilen nadir insanlardan oluşuyor bu dostluk birlikteliği , kardeşliği ...
Ancak bazen hayat bize şamar yapıştırıyor , tıpkı küçükken yaptığımız minik haylazlıklarda babalarımızdan yediğimiz şamarlar gibi . Ancak bu defa yüzümüzün bir tarafı uyuşmuyor ama uyuşan ruhumuz oluyor .
Başarabilecek miyiz ?
40 yaşını devireli bir ay olmuştu ki göz doktoru muayenesinde bana gözlük yazdı . " Yahu bu da nerede çıktı " demeye kalmadan " Kırklı yaşlarla beraber gözlerin bu duruma gelmesi ve gözlük kullanımı normaldir " derken kestim doktorun sözünü " İyi de doktor bey , beni mi bekliyordu bu yaş , henüz kırk yaşına gireli bir ay oldu " dedim ve o anda ironik bir gerçekle çarpıştığımı hissettim "
CRASH!
Geçenlerde kulağımla ilgili bir doktora gittim . O da benzer olarak sorun yok ama yaşadığın şey normaldir dedi . Yahu yaşanan bir sorun nasıl normal olur diyemedim .
Yani dostlar uzun lafın kısası şudur ki ...
Bu doğanın dengesinin üzerime biçtiği donu zorla giydiğimi hissediyorum .
Ama içimdeki çılgın AYLAK ÇOCUK bana yırt at sana biçilen bu donu diyor .
İçimdeki sesi dinlemeyi çok seviyorum , sanırım ona kulak vereceğim ve dediğini yapacağım .
İnadına çocuk , inadına özgür ruhlu , inadına aylak , inadına yaşamayı sevmeye devam edeceğim .
Yürüdüğüm bu yoldaki kaldırımlara taş döşemiş tüm dostlarımı sevgiyle anarken ve selamlarken .
Aylak Adam
Mart
2012
Not: Bu yazı 2011 yılında aramızdan ayrılan köyümden çocukluk , okul ve ilk gençlik çağlarımın arkadaşlarından Selahattin Toplaoğlu'na ithaf edilmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder